Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

A poem of Rudyard Kipling Rudyard Kipling'in bir şiiri(Çeviri: Bülent Ecevit)

If … If you can keep your head when all about you Are losing theirs and blaming it on you, If you can trust yourself when all men doubt you, But make allowance for their doubting too; If you can wait and not be tired by waiting, Or being lied about, don’t deal in lies, Or being hated, don’t give way to hating, And yet don’t look too good, nor talk too wise: If you can dream – and not make dreams your master; If you can think – and not make thoughts your aim; If you can meet with Triumph and Disaster And treat those two impostors just the same; If you can bear to hear the truth you’ve spoken Twisted by knaves to make a trap for fools, Or watch the things you gave your life to broken, And stoop and build ’em up with wornout tools: If you can make one heap of all your winnings And risk it on one turn of pitch-and-toss, And lose, and start again at your beginnings And never breathe a word about your loss; If you can force your heart and nerve and sinew To serve your turn long

YAVUZ GELİYOR YAVUZ

Daha önce bu donanma şarkısını duymuş muydunuz? Duymadıysanız büyük ihtimalle bunun suçlusu siz değilsiniz. ''yavuz geliyor yavuz'' aslında bir donanma şarkısı olmasına rağmen arkasında çok özel bir hikaye barındırır. Öncesinde isterseniz şarkıyı bir dinleyelim. https://www.youtube.com/watch?v=-UnrMwhw3qw& Gördüğünüz ve dinlediğiniz üzere şarkı aslında pek de ''hikaye'' içerikli değilmiş gibi gözüküyor değil mi? Bunun sebebi bu şarkının aslının böyle olmayışı.            --MARŞIN SÖZLERİ-- Yavuz geliyor Yavuz da denizi yara yara, Biz düşmanı yeneriz de başına vura vura. Yavuz geliyor Yavuz da denizi aşa aşa, Askerinle bin yaşa da Mustafa Kemal Paşa! --TÜRKÜNÜN SÖZLERİ-- Yavuz geliyor Yavuz da Denizi yara yara Kız seni alacağım da başına vura vura Gemim geliyor gemim de Vona Burnu'ndan beri Kız Allah'ı seversen de at başından çemberi Hey gidi kara gemi de topladın redifleri Döndün limandan beri de ağlattın ferikleri Yavuz
1.DÜNYA SAVAŞINI BAŞLATAN GENÇ VE GENÇ BOSNALILAR Genç Bosnalılar, 1831’de bağımsız bir İtalya Cumhuriyeti kurma uğruna savaş vermek için Mazzini’nin kurduğu La Giovane Italia örgütünden esinlenerek bu adı benimsemişlerdi. Genç Bosnalılar’ın amacı, (şimdiki Yugoslavya’daki) Güneyli Slavları Hapsburgların boyunduruğundan kurtarmaktı. En güçlü oldukları yerler, Bosna ve Hersek’ti — özellikle bu iki eyaletin Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na katılmaya zorlandığı 1908’den sonra; ama Dalmaçya’da, Hırvatistan’da ve Slovenya’da da etkinliklerini sürdürüyorlardı. Teröristtiler, en etkili siyasal silahları da suikasttı. Yabancı bir tiranın ya da temsilcisinin öldürülmesi iki amaca hizmet ediyordu. Bir kere, adaletin doğal yasasının geçerliliği bir daha gözler önüne seriliyordu. Düzen ya da gelişme adına işlenen suçların bile sonsuza kadar cezasız kalmayacağı kanıtlanıyordu; öç, er geç alınacaktı: baskı, sömürü ve zulüm suçları, yalan tanıklık, yıldırma, yönetimde kayıtsızlık, hepsinin öcü

ABD'nin fransız ihtilaline tavrı

Fransız İhtilali'ne karşı nasıl bir tepki verileceği, Amerika'nın Kurucu Babaları arasında büyük bir itilafa sebep olmuştu. Thomas Jefferson önderliğinde bir grup devrime derinden sempati duyuyor ve bunu Amerikan İhtilali'nin değerlerini Avrupa'ya yaymak için fırsat olarak görüyordu; Alexander Hamilton önderliğindeki diğer grup ise Devrimi rayından çıkmış, tehlikeli bir olay olarak tanımlıyor(bazılarında geziyi ilk 3 gün ben de destekledim hacı tavrı var, Hamilton ise başından beri tavır almış), yeni kurulmuş Amerika Birleşik Devletleri'nin İngiltere önderliğindeki dünya düzeninde yer alması gerektiğini savunuyordu. Bir de Fransa ile ittifak meselesi vardı tabii, Fransızlar Bağımsızlık Savaşı sırasında kolonilere destek vermiş, 1778'de bir ittifak anlaşması imzalanmıştı. Hamilton bunun Kral ile imzalandığını, devrimden sonra bir geçerliliği kalmadığını savunuyordu. George Washington da o tarafa meyilliydi. 1793'te, Fransa Birleşik Krallık ve Hollanda'

ROMA’NIN UTANCI : KÖLE İSYANI VE SPARTACUS

MÖ 2. ve 3. Yüzyıllar boyunca Roma, İtalya’dan İspanya’ya, Kuzey Afrika’ya, Yunanistan ve Ön Asya’ya(Türkiye’nin Batısı) kadar bir bölgeyi hakimiyeti altına almakla uğraşmıştı. Sonuç olarak da köle nüfusunda devasa bir artış yaşanmıştı. MÖ 200 ile 150 yılları arasında pazarlarda 250.000’e yakın köle satışının gerçekleştirildiği düşünülüyor ki bu çok yüksek bir sayıdır; rivayetlere göre MÖ 177 yılında 65.000 Sardinyalı köle pazarda satışa çıkartılmıştı. Bunların birçoğu İtalya’daki çiftliklere çalışmaya yollanmıştı. Bunlar, yıllarca teknik olarak ‘’kamu arazisi’’ kategorisinde kalmış olan uçsuz bucaksız toprakları devralmış varlıklı kişilerce oluşturulmuş büyük çiftliklerdi. Bu kölelerin koşulları ev kölelerine göre oldukça farklıydı. 19.yy’da prangalı olarak çalıştırılan Amerikan kölelerinkine daha çok benziyordu. MÖ 73 yılında, Capua’daki bir gladyatörlük okulunda dövüşçü olmak üzere eğitilen bir köle olan Spartacus’un bazı kaynaklar Galya’dan bazıları iste Trakya’dan geldiğini söy

savaşı durduran şarkı

Bu makaleyi yazdıktan bir buçuk sene sonrasında bu konu hakkında makale yazıp yayınlayacağımı kim düşünürdü ki... Dünya çok garip bir yer  Tarihte savaşlar sadece anlaşmalarla ya da hastalıklar sebebiyle bitmemiştir.Bunlara ek olarak 1. Dünya Savaşı sırasında çalan ''Lil Marlen'' hiçbir emir-komuta gelmeden askerlerin savaşmayı bırakmasını sağlamıştır. İyi güzel de bu şarkı ne anlatıyor diyecekseniz:  Şarkı Rus Cephesi’nde Alman askeri Hans Leib’in kışla önünde sokak lambasının altında nöbetteyken sevgilisiyle buluşması ve sonrasındaki hüzünlü vedalarını konu alır.1915 yılında Hans Leib’in 1. Dünya Savaşı sırasında cephede aşık olduğu iki kadının bir şiirde buluşmasıdır. Yani Lili ile Marlen aslında iki farklı kadındır ancak Hans Leib’in düşlerinde tek bir kişiye dönüşmüşlerdir. Sonrasında Rudolf Zink adlı besteci tarafından bestelenip Lale Andersen tarafından seslendirilen bu türkü ise askerleri o dönem etkileyen en duygusal şarkı olur. Her akşam saat 22:0

ELYESA BAZNA

YÜZYILIN CASUSU ELYESA BAZNA Sen git,İngiliz elçiliğine gir,elçiyi kafala,adamın sırtını ovup aryalar söyleyecek kadar yakınlaş,boynundan hiç çıkarmadığı gizli kasa kilidinin balmumumdan kopyasını adamı ovarken çıkarmayı başar ve en hayati bilgileri Almanlara ulaştır,Hitler tarafından güvenilmez, ikili oynayan ajan olarak görüldüğün düğünden bilgilerin işe yaramasın,birde bunca ölüm riskine rağmen sana verilen paralar sahte çıksın sefalet içinde öl:)Bu bizim aslen Arnavut ajanımız namı diğer Çiçero'nun soluk kesen hikayesidir. “Çiçero” olarak bilinen bu casus, 1904 Priştine doğumlu İlyas (Elyesa) Bazna’dır. Babası Hafız Yaşar isimli bir din öğretmenidir. Osmanlı İmparatorluğu kaybettiği topraklardan çekildikçe İlyas Bazna’nın ailesi de taşınır. Bugün Kosova sınırlarında yer alan Priştine’den önce Selanik’e, daha sonra da İstanbul’a gelirler. İlyas Bazna, Fatih Askeri Okulu’na gider ama orada tutunamaz. İstanbul’un işgali sırasında bir Fransız nakliye şirketinde çalışır. Hı

2. Dünya Savaşında Hong Kong

İngiliz Britanya imparatorluğu için Hong Kong,(Çinlilerce anlamı mis kokulu boğaz demek demektir)Alınamaz gibi bir imaja sahipti.Ada kuzeyden Kowloon yarımadasından dar bir boğazla ayrılmıştı.Bu bölge kuvvetli bir deniz üssüydü. Kuzeyden yani karadan gelecek saldırılara karşı tahkimat zayıftı.Çinlilerin Kowloon bölgesini savunacaklarını uman İngilizler hayal kırıklığının ilkini orada yaşadılar.Kowloon Japonların eline geçti ve Hong Kong kuşatıldı. Japon lar Kowloon'dan Hong Kong tarafına 1000 metrelik tamamen mayınlı su yolundan özel Samuray yüzücüler sayesinde sızdılar.iyi bir Samuray yüzücüsü sessizce su içinde ilerlemeyi,cephane ve tüfeğini ıslatmadan ateş ve mücadele etmeyi başaran savaşçılardı.Karanlık basar basmaz bu yüzücüler ,kemerlerinde özel aletler,yüzme simitleri,yüzlerce metre uzunluğunda elektrik kabloları ile suya girdiler.Her mayını bulup kablolar ile bağladılar.Bütün kabloların uçları bir Japon kayığındaki ateşleme tertibatına bağlandı.İki küçük manivela aşağı ind

2. DÜNYA SAVAŞI SONRASI ALMAN EKONOMİK MUCİZESİ

Herhangi bir şeye başlamadan önce liberteryen ve devletçi ekonomik anlayışı ikiye ayıralım ve bunların spektrumlarını oluşturalım. Bunlardan ilki üretimi kim yapıyor, ikincisi kar payını kim alıyor sorularına cevap verecek. Üretim araçlarının kontrolünün en devletçi olduğu noktada özel hiçbir girişim bulunmaz, her üretimi devlet halleder. İkisinin ortasında bulunduğu noktada devlet regülasyonlar, para politikaları, batan şirketlere verilen paralar gibi şeyler ile piyasaya müdahale eder ancak üretim araçları tamamen kendinin değildir. En liberteryen tarafta ise devlet hiçbir şeye karışmaz. Üretilen gelirin paylaşımının en devletçi olduğu noktada %100 vergilendirme vardır, en liberteryen olduğu noktada ise vergilendirme yoktur. 2. Dünya Savaşı sonrası işgal altındaki Batı Almanya’da ortalama üstü gelire sahip bir kişi %85’lik vergi dilimine girerdi, ayrıca her türlü ürün üzerinde fiyat kontrolleri vardı ve şirketler yüksek regülasyonlara ve vergilere uymak zorundalardı. Bu yü

Dünyanın en şanssız gemisi

USS william d. porter 1942 yılında suya indirildi suya indirilmesinden 9.5 ay sonra yeni kaptan olan wilfred walter gemiye kaptan olarak atandı 1 ay süren test sürüşlerinden sonra gemi amerikanın virginia eyaletinde demirlendi genç ve deneyimsiz mürettebatı da merakla ilk görevlerini burada beklemeye başladı         Franklin Roosevelt,    Stalin ve Churchill Avrupa ve Dünyanın geleceğini konuşmak için tahranda buluşmaya karar verdiler işte william d. porter ın hikayesi tam burada başlıyor.Tahran konferansına gitmesi gereken    Franklin Roosevelt  bel altından felçliydi ve uçakla gidemezdi bu yüzden   Franklin Roosevelt  i taşıma görevi Amerikanın o güne kadar gelmiş geçmiş en büyük silahlarından olan uss iowa ya verildi uss iowa gelmiş geçmiş en hızlı zırhlılardan biriydi ve çok güçlü bir ateş gücüne sahipti ve bir komuta gemisi olarak tasarlandığı için küvete kadar varan lüks özelliklere sahipti uss iowa ya bu görevde denizaltı tehlikesine karşı özellikle destroyerlerin eşlik etme

Bir avuç tayyarecinin destanı

-Alıntıdır- 7  Haziran 1920. İstanbul-Maltepe Tren Garı. Saat: 01.30 Yolcularını bırakan tren gardan ayrıldı. Trenden inen birkaç yolcu alelacele gecenin karanlığında kayboldu.  İstasyon tenhalaştı. Sadece iki yolcu gardan ayrılmadı.  Nemden ve heyecandan sırılsıklam terlemiş Pilot  Vecihi  ve Pilot  Rıdvan,  istasyonun loş kısmına geçtiler. Beklemeye başladılar. Sabırsızdılar.  Kısa bir süre sonra Başmakinist  Eşref  göründü; telaşla,  "Şakir ve eşi Müzeyyen az ileride bekliyor. Ancak Şakir bir buhran içinde, uçamayacak gibi görünüyor"  dedi. Canları sıkıldı. Üstelik eşini de getirmişti! Bu arada diğer pilot arkadaşları göründü: Pilot  İsmail Zeki,  Pilot  Kazım,  Pilot  Bezmi. Ekip bir iki eksikle tamamlandı. Diğer arkadaşlarını bekleyecek zamanları yoktu. Harekete geçtiler. Osmanlı’nın bu genç pilotları, İngiliz işgali altındaki İstanbul’dan, Anadolu’daki  Mustafa Kemal  taraftarlarına tayyare kaçıracaklardı. Son durumu gözden geçirdiler. Uçabilece