Herhangi bir şeye başlamadan önce liberteryen ve devletçi ekonomik anlayışı ikiye ayıralım ve bunların spektrumlarını oluşturalım. Bunlardan ilki üretimi kim yapıyor, ikincisi kar payını kim alıyor sorularına cevap verecek.
Üretim araçlarının kontrolünün en devletçi olduğu noktada özel hiçbir girişim bulunmaz, her üretimi devlet halleder. İkisinin ortasında bulunduğu noktada devlet regülasyonlar, para politikaları, batan şirketlere verilen paralar gibi şeyler ile piyasaya müdahale eder ancak üretim araçları tamamen kendinin değildir. En liberteryen tarafta ise devlet hiçbir şeye karışmaz.
Üretilen gelirin paylaşımının en devletçi olduğu noktada %100 vergilendirme vardır, en liberteryen olduğu noktada ise vergilendirme yoktur.
2. Dünya Savaşı sonrası işgal altındaki Batı Almanya’da ortalama üstü gelire sahip bir kişi %85’lik vergi dilimine girerdi, ayrıca her türlü ürün üzerinde fiyat kontrolleri vardı ve şirketler yüksek regülasyonlara ve vergilere uymak zorundalardı. Bu yüzden işgal altındaki Batı Almanya’yı spektrumlara yerleştirmek istersek şuna yakın bir şeye ulaşırız:
Erhard’ın ilk görevi Alman para birimini yeniden oluşturmaktı. Savaş sonucu oluşan hiperenflasyon sonucu Alman Markı tamamen değersiz hale gelmişti. İnsanlar binlerce yıl geriye gitmişçesine takas yöntemlerine geri dönmüşlerdi, takas yapmak için her gün çalışmayı bıraktıkları saatlerin nedeniyle düşük olan verimlilik seviyeleri bize paranın neden kullanışlı bir şey olduğunu hatırlatır. Büyük şirketler bile başka aracı firmalar yardımı ile ürünlerini takas ederek hayatta kalıyorlardı.
Bir sorun daha vardı ancak Amerikan ve İngiliz yöneticiler bunu kavramış değillerdi. Fiyat kontrolleri piyasanın işleyişine engel oluyor ve kıtlıklar yaratıyorlardı.
Erhard’ın bunlar hakkındaki düşünceleri daha savaş devam ediyorken bile yazılıydı. Devletin ekonomideki tek görevi toplumdaki en az gelirli sınıfın da orta seviyeye yakın bir hayat yaşayabiliyor olmasını sağlamak, geri kalan hiçbir şeye karışmamaktı. Buna Sosyal Market Ekonomisi veya Ordoliberalizm dendi. Bütün ürünlerdeki fiyat kontrollerini tamamen kaldırdı, %35 ve %65 arasında değişen kurumlar vergisini %50’ye sabitledi ve %85’lik vergi dilimine giren kişinin artık %18 vergi ödemesini sağladı. %50 kurumlar vergisi günümüz için fazla gelebilir, örneğin günümüzde %35'in üzerinde kurumlar vergisi alan bir devlet yoktur. Ancak bu reformlar yapılırken Amerika'da bu vergi %40'ın biraz altındaydı ve 2 yıl sonra %50'nin üzerine çıktı. Hiperenflasyon için de ilk önce eski paraları alıp halka birkaç sıfırı eksik bir şekilde yeni para birimi verdi, daha sonra da merkez bankasının agresif para basmasını kısıtladı. Ülkemizdeki TL’den YTL’ye geçiş de büyük ihtimalle bu hareketten esinlenilmişti. Para birimi reformu 1947’de, fiyat kontrolleri reformu 1948’de oldu.
Tüm bunların sonunda Erhard, spektrumları şu noktalara çekmiş oldu:
Erhard ile Amerikan işgal otoriteleri arasında konuşma geçti:
General Clay: Bay Erhard, danışmanlarım bana bu yaptığınız hamlelerin çok büyük hatalar olduğunu söylüyor.
Erhard: Bay General, boşverin! Benim danışmanlarım da aynılarını söylüyor.
Daha sonrasında ise:
Bir Albay: Büyük kıtlıklar varken fiyat kontrollerini nasıl azaltmaya cürret ediyorsunuz?
Erhard: Bakın, Bay Oberst. Ben fiyat kontrollerini azaltmadım, tamamen kaldırdım! Böylece insanların uyması gereken tek kontrol ellerindeki Alman Markları olacak. Ve bu Alman Markları için sıkı çalışacaklar, bekleyin ve görün
Yale’de Ekonomi profesörü olan Alman-Amerikan Henry Wallich, bu reformlardan sonra şunları yazdı: “Ülkenin ruhu tek gecede değişti. Gri, aç, ölü gibi figürler tekrar dönmüş yiyecekleri aramaya sokaklara çıkmışlardı”
Reformlardan sonraki Pazartesi günü marketler tekrar dolmaya başlamış, para tekrar değişim aracı olarak kullanılmaya başlanmıştı. İnsanlar reformlardan önce her hafta 10 saat kadar işlerinden ayrılıp ellerindekini takas etmeye çalışıyorlarken Haziran ayındaki reformdan 4 ay sonra bu saat yarı yarıya düşmüştü. Aynı zamanda Haziran’dan Aralık’a kadar endüstriyel üretim %50’nin üzerinde bir artış gösterdi.
1958’e yani reformlardan 10 yıl kadar sonra Batı Almanya ekonomisi reformların yapıldığı yılın 4 katına çıkmıştı, bunun için ortalama olarak her yıl ortalama %14.8'lik bir büyüme gerekir. Bunlar olurken sosyalist olan Doğu Almanya olduğu yerde sayıyordu.
Marshall Planı’ndan Almanlar 2 milyar dolara yakın para almalarına rağmen zaten savaş tazminatı ve işgal taburlarının masrafları için 3.4 milyar dolar kadar borçluydular, yani bu yardımdan hala net olarak zararda idiler. Yani bu başarı Marshall Planı'ndan faydalanmış olmalarına atfedilemez. Savaştan yeni çıkmış olmalarına da atfedilemez, çünkü fiyat reformundan önce 1945-1948 arasındaki 3 yılda hala savaş öncesi endüstriyel üretim seviyesinin yarısındaydılar.
Başarılarından dolayı Erhard ilk önce Batı Almanya’da Ekonomi Bakanı, sonra da Şansölye oldu.
Yorumlar
Yorum Gönder